Sosyal Medya

Makale

Bir Hılfu’l Füdul Örneği:

Okullara Diyanet Temsilcileri Geliyor

Cezaevleri ve hastaneler için yürürlüğe konulan manevi rehberlik hizmetinin kapsamı geniÅŸletiliyor. Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığınca hazırlanan “Gençlik Çalışmaları Yönergesi” uyarınca okullarda yeni yapılanmaya gidiliyor. Söz konusu yönergede manevi rehberlik ve din hizmetlerinin gençlere, talep doÄŸrultusunda ve tamamen gönüllülük esasına göre sunulacağı belirtiliyor.

Åžubat ayının ilk günleriydi “okullara Diyanet temsilcileri geliyor” flaÅŸ ifadesi ile duyurulan haberi okuduÄŸumda. Elbette sevindirici geliÅŸmeler bunlar. Hele de uyuÅŸturucu ile mücadelenin okul önlerinden baÅŸlatıldığı bir süreçte ayrı bir önem arz ediyor. Hükümetin özellikle gençlere yönelik çalışmalar zincirini 15 Temmuz sonrasında artırdığına kayıtlardan ulaÅŸmak mümkün. Ak Partili belediyelerin bünyesinde hizmet veren gençlik merkezlerinin tarihi ise biraz daha gerilere gidiyor. Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nın çemberi geniÅŸlettiÄŸi projenin ön adımında ise üniversite öğrenci yurtları vardı. Hasılı dört koldan bir çaba ile gençlere ulaşılmaya çalışılıyor. Lâkin ne hazindir ki ulaÅŸmaya çalıştığımız gençlerle aradaki uçurum günden güne büyüyor. Umudu öldürmek istemem ama usul usul uzaklaşıyorlar sanki. Bu karamsar tablodan uzaklaÅŸmak isterken geçtiÄŸimiz yıllarda katıldığım tüm dünyaya iyilik taşıyan bir yardım kuruluÅŸunun eÄŸitim kampında duyduÄŸum bir cümleyi hatırlıyorum: SavaÅŸ ve afet bölgelerine ulaÅŸmakta acele etmezsek bizden önce misyonerler yetim çocuklara sahip çıkar. Vakıf baÅŸkanının sözü, son derece net bir hakikate iÅŸaret ediyordu. Bu hakikati harekete geçmenin ehemmiyetine vurgu yaparak ortaya koyuyor, adeta bir yol haritası sunuyordu. Öyledir, öyle de olmalıdır elbette. Zira herhangi bir vakıf kurarken dahi bir felsefe üzerine bina edilmesi ne denli elzemse söz konusu eÄŸitim olunca mevzu daha fazla önem arz ediyor.

Bir tarafta hafızamın hatırlayışları öte tarafta zihnime sunmaya çalıştığım manevi rehberlik hizmetinin adımları var iken bir akademisyen köşe yazısında durum değerlendiriyor:

Ak parti iktidarının en başarısız olduğu alan eğitim konusudur. Ders müfredat ve programlarının içeriği bir tarafa her yıl yapılan değişikliklere bakmak durumun iç açıcı olmayışını anlamaya yeter.

Gençler ve eğitim. En önemli soru nasıl bir insan tipi yetiştirileceği ve hangi yöntem ve birikimle?

Tam da bu işte mevzumuz. Bir çalışmada felsefenin ehemmiyeti. Nereden baktığımız ne gördüğümüz de pek mühim tabii ki. Geçtiğimiz Pazar sabahı izlediğim belgeselin ismi okul yolu. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan çocukların okula gidiş serüvenini konu alan belgeselde çetin ve zorlu bir yolculuk yansıyor ekranlara. Ebeveynlerin çocukların eğitimine karşı tutumları ise oldukça manidar: Mutlu olmak ve daha iyi şartlarda yaşayabilmek için muhakkak okumalısın.

Mutlu olmak ve daha iyi ÅŸartlarda yaÅŸayabilmek.

Bu da bir hayat felsefesi.

Bu iki dünyevi hedefin filmler ve reklamlar kanalıyla sürekli empoze edildiği hepimizin malumu.

Meçhul olan daha doÄŸrusu atlanan ya da kaçırılan ise bambaÅŸka bir ÅŸey. Akademisyenin yaptığı saptama tam olarak buraya iÅŸaret ediyor sanki. Okul yolu belgeseli ve akademisyenin saptaması bir kenarda dursun. Sadece Türkiye’de milyonlarca öğrencinin gittiÄŸi okul yolunun bir de dönüşü var şüphesiz. Åžimdi bu baÄŸlamda ÅŸahit olduÄŸum bir duruma deÄŸinmek istiyorum. Bir akÅŸamüstü okuldan çıkan ilköğretim 7 ya da 8. sınıf öğrencisi olabileceklerini düşündüğüm üç kız benim de içinde bulunduÄŸum tramvaya bindiler. Elimde yazının insan psikolojisine etkisi üzerine yazılmış bir araÅŸtırma kitabı var. Henüz bir sayfa okumuÅŸ, bir parça düşünme molası için başımı kitaptan ayırmıştım ki tramvaya birer birer giriÅŸlerini gördüm. Sonra tekrar kitabıma döndüm. Farklı bir hareketlilik hissedince başımı bir kez daha kaldırdım kitaptan. Sosyal ortamda, akÅŸamüstü bir tramvayda bu kızlar nasıl bu kadar rahat davranabiliyor ya da ne yapıyorlar, dertleri dikkat çekmek herhalde dedirten cinsten bir hareketlilikti yaÅŸanan. Üç kızdan her biri sırayla yere uzanıyor, tuhaf hareketlerle bir çeÅŸit gösteri yapıyorlardı. Bir dönem Ä°stanbul’da yaÅŸamış olmama raÄŸmen bir Karadeniz ÅŸehrinde ÅŸahit olduÄŸum bu tabloya bir müddet anlam veremedim ve bir parça sarsıldım doÄŸrusu. Ellerindeki telefona odaklanmış tramvay yolcuları ise hiç umursamaz haldeydi. Üç kız öğrenci ise birkaç durak sonra indiler zaten. Neden bahsettim bu hadiseden? Çünkü o ânda müdahil olup olmama tavrı ile acaba ne söylenir, ne eylenir kararsızlığındaki bir ruh hali mazeret olmamalı. Çünkü ivedilikle, evvelen bir Hılfu’l Füdul ruhuna ihtiyacımız var. Çünkü manevi rehberlik hizmetlerinin kurumsal bazda iÅŸlev görmesi ve fayda kesbetmesi her birimizin ferdi çabasına, duruÅŸuna, bakışına baÄŸlı. Tramvayda ÅŸahit olduÄŸum üç kız öğrenciden ertesi gün bir program vesilesi ile görüştüğümüz üç kız öğrenciye bahsettim. İçlerinden bir tanesinin “utanmadılar mı” tepkisi asıl zemine iÅŸaret ediyordu. Haya imandandır uyarısını hatırladık Nebiyi Muhteremin ve Diyanet temsilcileri, gönüllülüğü esas alan bir ruhla her mekana, her gönle ulaÅŸsın dedik.

Vakit sabah. Mevsim kış. YaÄŸmur yağıyor. Cemrelerin ilki havaya düşüyor. “Benim kalbim saat gibidir” diyen anneannem hatırlatıyor cemrelerin düşme vaktini. Karadeniz 4. Kitap Fuarı baÅŸlıyor sonra. Ve bir cemre zamanı daha gündem telaÅŸelerine kurban oluyor. Haber oluyor ama Mevlana’nın kast ettiÄŸi manada haberdar kılmıyor bir çok cânı. Velhasıl fuara gideyim de bakayım gençler ve çocuklar için neler yazıp çizmiÅŸler. Sonra cemrelerin vaktini beklerim ömür yettiÄŸince. Hem belki cemreler kitap sayfalarına, okul yollarına, her birimizin yüreklerine de düşer.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.